Bir azeri genci olup da, kitap yazmak için Türkiye türkçesini seçmiş olmam ilginizi çekebilir. Nedeni, çocukluğumdan beri bu iki dil arasında sembol dışında bir fark görmediğimdendir. Eğer, herhangi bir profesyonel dil eğitimi almadan okuduğun kitabı anlıyorsan, bu senin öz dilin sayılmaz mı? Üstelik bu dilde, ona olan duygularımı ve hasretimi daha anlaşılır biçimde satırlara dökeceğime inandım. Başarabilmiş miyim, siz karar verin… Küçükken, büyüdüğüm zaman bir kitap yazacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. İlk adımı atmak için bir yıldan da uzun bir süre düşündüm. Kararsızdım… Çünkü, bu kitaba kalbimin içindeki gerçekleri dökecektim. Ona ait olan, söyleyemediğim duygularımı. Şu an kitabı elinizde tutuyorsanız, kararımı vermişim demektir. Kitapta yazılanlar, yaşadığım hayattan bir parça olmakla, onu ilk görüşüm ve sevmeye başladığım yanlarını yansıtmaya çalıştım. Hikâyeleri, yaşadığım, bildiğim ve tahmin ettiğim olaylar üzerine kurdum. Gönüllerde daha kıymetli yerlere ulaşsın diye bazı değerlere ve kâinat güzellerine atıfta bulundum. Yalnızca Son Bölüm’ün bir kısmını hayal gücümü kullanarak kaleme aldım. Hiç öyle bir şey yaşanmadı. İlk bakışta üç bölüm olarak görülen bu kitap, aslında ikinci bölümün sonunda bitiriyordu gerçek hikâyemi. Son Bölüm, önceki bölümleri sona ulaştırırken, aynı zamanda kitabın yazılma şeklini anlatıyor. Ama siz yine de, üç bölüm olarak okuyun romanı. Haberleri olmadan kitaba aldığım kişilerin isimlerini, yazdığım dile uyumlu olması için değiştirdim. Değiştirdiğim tabi ki, sadece adlarıydı. Tüm özelliklerini olduğu gibi aktarmaya özen gösterdim. Belki de, kitabın sonunda gerçek isimleri deşifre ederim. Henüz o konuda hiçbir fikrim yok. Başımdan geçen olayları, romanda akıcılık kazanması ve bir kitap haline gelmesi için yapılandırdım. Ama olayların gerçekleşmesindeki amaca elimi sürmedim. Çoğu insan inanmaz yazarlara (buna bir zamanlar ben de dahildim) kaleme aldığı hikâyelerin gerçekten yaşanmış bir olay olduğunu inandırmaya çalışınca. “Daha çok kitap satıp, daha fazla para kazanmak içindir” derler. Oysaki, bir kitap yazmanın amacı her zaman para kazanmak olmamalıydı. Bu benim görüşüm. Onunla ilgili kafamda her gün büyüyen soruları yanıtlamak için kalbimin arşivlerini açmalıydım. Kitabı yazdığım zaman korktuğum tek şey, bazı insanların romanı, ucuz aşk filmlerinden çalınmış hikâyelerin, süslenip kâğıtlara yapıştırılmış harflerden ibaret olduğunu sanıp, bir kaç sayfa okuduktan sonra bir odanın ıssız derinliğine bırakmasıydı. Siz de o kişilerden biriyseniz, lütfen sayfalamayı bırakın ve kitabı benim duygularımı anlayacak birine hediye edin. Yazarken, eskisinden daha çok bağlanmaktan korkmadım. Çünkü, artık çok güçlenmiştim duygularım karşısında. Her ne olur olsun, bu kitaba son noktayı koyduğumda, onu kalbimden uğurlayacaktım. Kitabı, daha veda’yı tanımayan kalplere hediye ettim. VEDA’yı tadanlar zaten bir kitap yazdılar kendi kafalarında. Bu kitap onlara bir şey öğretmez. Tekrar yaptırır sadece. Veda’yla tanışmayanlar, sevdiklerinin kıymetini anlamaları için okumaya ihtiyaçlarının daha çok olduğunu düşündüm. Kitabın yazılma nedenlerinden biri de buydu. Romanı ‘üçüncü tekil kişi’ olarak yazdım ama bilmeniz gerekir ki, hikâyelerde yer alan ‘genç adam’ yazarın kendisidir.